top of page

Viskiden fazlası - İSKOÇYA HIGHLANDS

Highlands, İskoçya'nın büyük şehirlerden uzak, doğa ile başbaşa olma alanı. Yeşilliklerin arasında, göllerin ve akarsuların kenarından keyifle ilerlediğiniz, yollarda viski üreticilerine uğrayabildiğiniz geniş bir bölge.

 

Highlands’e ulaşmadan Edinburg’a yakın küçük ama önemli bir kasabada duraklıyoruz: St Andrews. Burası golfun Kabesi. Golf sahasında dolaşırken rastladığımız bir Amerikalı da "This is Vatikan for me" diyerek durumu teyid ediyor.

Dünyanın en önemli golf sahasının burda olması, prens ve prensesin buradaki üniversiteye gitmiş olmaları, ve 56 çeşidi ile şehrin yarısını kapısında sıra eden dondurmacısı haricinde çok fazla bir özelliği yok. Ama sempatik bir kasaba.

Buradaki duraktan sonra gerçekten kuzeye doğru yol almaya başlıyoruz.

Kuzeye doğru giderken ilk durağımız Glamis Castle. 1300lerden kalma bir kraliyet ailesinin bir dönemine şahitlik eden şato bu. Rehberimiz Helen sayesinde bu hayaletler şatosu gezimiz fazlasıyla keyifli geçiyor.

İskoçya’yı üç kelime ile özetleyebilirim sanırım: su, yeşil ve şato :)

Her yerin yemyeşil olduğunu zaten söylemiştim.

Bölgedeki şatoların hepsini ziyaret etmek gibi radikal bir hedef koymayın bile. Bir müddet sonra hepsi birbirinin aynı gelecektir. Ama anlayacağınız üzere soylular buraları çok sevmiş.

Su derken geniş düşünmek lazım: Yaz aylarında gitmiş olmama rağmen yağmur yağmayan gün neredeyse hiç olmadı diyebilirim. Sabah günlük güneşlik olan hava bir anda şekil değiştirip, bardan boşalırcasına yağmura bırakabiliyor kendini. Rüzgarlı bir güne denk gelirseniz aynı gün içinde hem tshirt, hem polar hem de yağmurlukla gezer bulabilirsiniz kendinizi.

Sulak iklimin yanı sıra, karada da her yer su diyebilirim. Yemyeşil arazilerin arasında bir kısmı irili ufaklı göllerde son bulan akarsular sayesinde de viski sektörü bu kadar gelişmiş diyebilirim. Viski üreticilerinin nerdeyse tamamı damıtım yerlerini bir akarsuyun yanı başına konumlandırmış. Her biri de en iyi suyun kendilerininki olduğunu iddia ediyor tabi ki :)

İskoçya’da 150 civarında damıtımevi/viski üreticisi var. Hepsini gezmek gibi radikal bir hevesiniz varsa birkaç ayınızı geçirecek bir plan yapmanızı öneririm. Hepsini gezmek ne kadar anlamlı onu bilemiyorum tabi.

Viski gurusu olduğum söylenemez. O yüzden birkaç tanesini ziyaret etmek, genel olarak viski kültürüme katkısı açısından benim için yeterli oldu. Ayrıca bu damıtım evlerinin bazısını randevu alarak gezmek lazım. Çok meraklısıysanız sevgili Burkay Adalığ’ın blogu www.meleklerinpayi.com sitesini tavsiye ederim. Faydalı birçok önerisi olacaktır.

Edradour Damıtımevi

Biz Pitlochry yakınındaki iki üreticiyi ziyaret ettik: Blair Athol ile en küçük damıtımevlerinden biri olan Edradour. Alkol ve arpa kokusunu damarlarımızın uçlarına kadar doldurup devam ettik.

Pitlochry ise tek bir ana caddeden oluşan, küçük ama dükkanları ve restoranları ile güzel bir durak noktası. Bu ufacık şehrin bile festivali var. Yolun devamında farkediyorum ki bu ülkede hemen her yerde bir festival var.

Pitlochry’den çıkınca yakınlardaki Blair Castle’ı ziyaret ediyoruz. 700 senelik bir tarihin içinde dolaşıyoruz. Rehbersiz kendini kendinize gezdiğiniz yavan bir tur oluyor bu biraz.

Bir sonraki durağımız Invernes’te konaklıyoruz. Invernes, kuzeyinde buz denizi, içeride Loch Ness’e bağlanan bir akarsu ile sular şehri.

Aldığı muhteşem yorumlar ile ilk tercihimiz Urquhart’s’ta Pazartesi günleri kapalı olması nedeniyle yiyemedik.

Onun yerine 2 saat sonrasına rezervasyon yapabilmemiz sayesinde yer bulduğumuz Kitchen’da kullandık şansımızı. Pişman değiliz, hatta son dakika iptali sebebiyle yerimiz de harikaydı :)

Şu muhteşem canavarı – burda ona Nessie diyorlar – ile meşhur olan Loch Ness, Highlands’in ortasını uçtan uca kaplıyor. Tabi ki, gölü ve canavarı olan İskoçlar bunu bir turist aktivitesine dönüştürmeyi başarmış. Dilerseniz birkaç saatlik “gölde canavar görme” gezilerine katılabilirsiniz; gitmedim ama gören oluyor mu bilemiyorum.

Biz Urquharts Castle’ı da uğrayarak Great Glen dedikleri vadinin içinden yolumuza devam ediyoruz.

Hem bir mola vermek, hem de nefis Loch Ness fotoğrafları çekmek için Fort Augustus güzel bir durak.

Ve bir sonraki durağımız dünyanın en güzel tren yolculuklarından birine başlayacağımız Fort William. Fort William’da önemli tek şey var bizim için: Jacobite Train.

Harry Potter treni diye bilinen bu buharlı trenle nereye gittiğimizin de çok önemi yok. Önemli ve güzel olan o iki saatlik yolculuk.

Fort William’dan yola çıkan trenle enfes bir yolculuk sonunda vardığımız Mallaig, muhtemelen nüfusun 100 kişi olduğu bir kasaba. Burdan dilerseniz bazı adalara da feribotla yolunuza devam edebilirsiniz ama bizim için özel olan yolculuğun kendisi idi, vardığımız yer değil.

Gidiş dönüş 5 saatlik yolculuğumuzdan sonra o geceki konaklamamızı Fort William’a çok yakın olan Oban’da yapıyoruz.

Kaldığımız yer 10 odalı bir ev olan Barriemore Guesthouse. Insanı kendini şatoda hissettiren bu ev, Oban sahilininde şahane bir deniz manzarasına sahip.

Viski ikramı ve muhteşem kahvaltısı ile çıtayı bir seviye yükseltmiş bu otelin sahipleri.

Oban Pitlochry kadar olmasa da ufacık bir kasaba.

Oban Whisky üreticisinin yerini ziyaret etmek, ana caddede dolaşmak, iskelede bir restoranda ya da barda takılmak gibi aktivitelerle bir tam gün geçirilebilir.

Bir de yüzyıl kadar önce bir adamın kendine anıt olarak ve kasabada işgücü yaratmak amacıyla başlattığı Collusium vari yere gidip ordan Oban'ın panoramik resimleri çekilebilir.

Biz yarım günle idare ettik Oban'da. Ardından ver elini Glasgow.

Bunları da sevebilirsiniz:
bottom of page