top of page

En Kuzeydeki Başkent - REYKJAVIK

Geldik İzlanda sebebi ziyaretimiz olan şehre. Daha doğrusu, bizi bu ülkeye çağıran şehre. Reykjavik, Avrupanın en kuzey ve en batı başkenti. Beyaz geceler ve siyah gündüzler şehri.

Ada turumuzu düşündüğümüzden erken tamamlandığımız için ilk gece Airbnb üzerinden tuttuğumuz bu evde kalıyoruz.

https://www.airbnb.com/rooms/2755263. Şehrin kalbinde, harika bir yerdeydi bu evimiz.

Eşyalarımızı bırakıp kendimizi gerçek bir akşam yemeği için sokağa atıyoruz.

İlk akşam yemeğimiz için seçtiğimiz yer Sjavargrilld. Dışarının aydınlık ortamında insanı akşam olduğuna ikna etmeye çalışırcasına karanlık bir ortamda alternatifleriniz, kuzu, balina ve diğer deniz mahsulleri. Benim tercihim her zaman deniz ürünü oluyor. Balina hariç :)

Burada da muhteşem bir deniz mahsulleri çorbası içip, harika bir balık yedim.

Akşam yemeğinden kalktığımızda saat 10u çoktan geçmişti. Ancak hava hala aydınlık olduğundan, insan bedeninin neden bu kadar yorgun olduğunu kolay kolay algılayamıyor.

Ertesi gün Airbnb evimize 5 dk yürüme mesafesinde, ana caddenin üzerindeki diğer pansiyonumuza yerleşiyoruz: Von Guesthouse.

Reykjavik'te, özel banyosu olsun, gerçek otel olsun vs gibi kriterlerde bir yer isterseniz özellikle Temmuz gibi yüksek sezon dönemlerinde geceliğinde 200-300 Euro gözden çıkarmanız gerekiyor. bu pansiyonlar ve airbnb seçenekleri bu bakımdan oldukça hesaplı alternatifler haline geliyor.

Reykjavik gerçekten küçük bir şehir. En azından gezilen kısmı oldukça küçük. Bu berber dükkanı gibi ilginç dükkanları da görebileceğiniz Laugavegur caddesini boydan boya yürümek 15-20 dakikadan fazla sürmez. (Bütün hediyelik eşyacılara girip saatlerinizi harcamazsanız tabi)

O yüzden ara sokaklara girip kaybolmak lazım bu şehirde. Renkli binalar, duvarlar şehre sıcak bir hava getiriyor.

Öğleden sonra Volcano House'a gidiyoruz. Burası çok ufak bir müze. Her saat başı ufak sinema salonunda 1973teki Heimaey ve 2010'daki Eyjafjallajökull patlamalarına ilişkin bir belgesel gösteriliyor. Belgeseli izlerken anlıyorsun ki, bu insanlar periyodik olarak bir doğa felaketi yaşıyorlar ve burada yaşamaya devam ediyorlar. Ortalamada her 5 senede bir bir yanardağ patlaması yaşanıyor. Çok azı 2010daki gibi küresel olarak etkiliyor ama her biri orada yaşayanların hayatında bir dönüm noktası olabiliyor.

Akşam üzeri Segreifinn isminde bir büfede buzdolabından kendi seçtiğimiz balık şişleri pişirtmek suretiyle karnımızı doyuruyoruz. Her biri o kadar güzel görünüyor ki, açgözlülük yapmayıp sadece bir iki tane seçip bırakmak çok zor.

Karnımızı tam doyurmamaya, asıl yemeği akşama bırakmıştık ama uğradığımız hiçbir restaurantta yer olmadığını görünce az kalsın aç kalıyorduk. Taa ki Babalu'ya rastlayana kadar.

Skólavörðustígur sokağı üzerindeki şirin mi şirin bu kafede nefis bir kuzu çorbası içtik. Rengarenk ve cıvıl cıvıl bir yer burası. Bahçesi ve terası ile yaz günü çok davetkar.

Babalu'dan sonra sokak aralarında biraz daha gezindikten sonra bahcesinde biralarımızı yudumladığımız Wilson barda geceyi noktaladık.

Son gün için alternatiflerimizden biri 4x4 kiralamadığımız için gidemediğimiz bölge olan Landmannalaugara gitmekti. Ancak şehirden kalkan turlardan biri ile oraya gitmek için 4 saat gidiş, 4 saat dönüş toplam 8 saatimizi yolda geçirmemiz, akşam havaalanına zamanında gitmemiz için de orada sadece 3 saat geçirmemiz gerekecekti. Son günü bu koşuşturmaya geçirmek yerine Landmannalaugar'ı bir sonraki İzlanda seyahatinde görülecek yerler arasına almaya karar verdik. Onun yerine denize girdik!!

Reykjavik yakınında, yaklaşık 40 dk yürüme mesafesinde jeotermal bir plaj yapılmış. Reykjavik İç Hatlar terminalinin yanından yürüyerek gittiğimiz bu halka açık plajda sapsarı kum var. Genelde simsiyah taşlarla dolu olan sahilleri düşünürsek bu oldukça sıradışı bir durum.

Sahilde oynayan çocuklardan kiminin mayo ile kiminin ise kaz tüyü mont, bere ve eldivenle olması durumu biraz açıklıyor sanırım. Deniz tabi ki buz gibi, ama girdim demek önemliydi ve girdim. Denizden çıkınca seni sımsıcak ısıtacak bir güneş yok ama büyükçe sayılabilecek bir termal havuz var. Dosdoğru havuza girip uzunca bir süre buranın tadını çıkarıyoruz.

Öğlen yemeği için tekrar yürüyerek şehre dönüyoruz. Arada bence dünyanın en sevimsiz kiliselerinden biri olan ancak şehrin her yerinde görünen Hallgrímskirkja kilisesine uğruyoruz.

Şehrin renkli sokaklarından dolanarak sahile yakın Fish Company restaurantına geliyoruz yemek için.Ardından sokaklarda dolaşmaya devam

Son akşam yemeğimiz için seçtiğimiz yer lokal şirin bir restoran olan 3Frakkar. Mönünün başındaki İslandic Specialty - Köpekbalığını kadın, "herkes için değil" diyerek vermek istemedi bize. Biz de çok üstelemedik açıkçası. Balina yememe kuralımı bir kereliğine yıkmaya karar verip bir tadımlık aldığımız balina tabağı ise çok lezzetliydi. Pişman değilim :)

Yemekten sonra şehir merkezinden bindiğimiz flybus ile havaalanına gidiyor ve bu harika ülkeye veda ediyoruz. Bizi ülkeye çağıran Reykjavikti ama ülkenin tamamının başkentten çok daha görülesi olduğunu anlamamız için yerinde incelememiz gerekiyormuş. Tekrar görüşmek üzere İzlanda.

Bunları da sevebilirsiniz:
bottom of page