Chichicastenango'dan sonra tekerlekler akşam da konaklayacağımız Atitlan gölüne doğru harekete geçiyor.
Atitlan gölü bir krater gölü. Milyonlarca yıl önce burası da bir yanardağın tepesiymiş. Yavaş yavaş yer hareketleriyle kocaman bir göle dönüşmüş.
Etrafında üç yanardağ ile muhteşem bir manzaraya ev sahipliği ediyor Atitlan gölü.
Atitlan kıyısında bir kaç kasaba var. Panajachel'deki Posada de Don Rodrigo otelinde kalıyoruz. Burası Antigua'da kaldığımız otelin kardeş oteli. Yeri muazzam. Gölün hemen kenarında. Odamız çok muhteşem olmasa da, otelin restoranında göl manzarasını seyrederek kahvaltınızı edebilirsiniz. Bilen bilir, deniz, göl, nehir... her türlü su manzarasının hastasıyımdır :)
Otelden çıkıp ıvır zıvır satan bir sürü tezgahları geçip göl kenarına gelmeden hemen önce sağınızda Sunset Cafe'ye ulaşıyorsunuz.
Adı üstünde Sunset cafe, güneş batımını seyretmek için en uygun noktada konumlanmış durumda.
Canlı müzik dinleyip biralarınızı ve mojitolarınızı yudumlarken manzaranın keyfini çıkartabilirsiniz
Ertesi sabah göl kenarında bizi bekleyen teknelerden birine binip göl kıyısındaki diğer kasabalara doğru yola çıkıyoruz.
Bu gördüğünüz tekneler cüsselerinden ve motorlarından beklenmeyecek bir süratle gitmeye çalışırken kendinizi biraz tehlikede hissetmeniz olası. Zira göl çok sakin bir göl değil. Bir jetskiden hallice bir deneyim yaşayarak karşı tarafta San Juan kasabasına ulaşıyoruz.
San Juan göl kenarındaki en ufak kasabalardan biri. Guatemala'nın genelinde olduğu gibi burada da halk tekstilden ve turizmden kazanmaya çalışıyor daha çok. Hatta tekstili turiste satarsa daha çok kazanıyor :)
Normalde Guatemala halkı fotoğraflarının çekilmesine çok sempatik bakmadığı için izin veren birilerini bulunca çekmek lazım. Ya da uygun anda çaktırmadan, hissettirmeden.
San Juan'dan yandaki kasaba olan San Pedro'ya genel ulaşım aracı olan tuktuklardan birine binip gidiyoruz.
San Pedro, San Juan'a kıyasla çok daha büyük bir kasaba. Burada mutlaka uğranması gereken yerlerden biri yerel pazar.
Pazardan çıkınca bir zamanlar belediye başkanlığı da yapmış yaşlı bir amcanın evine uğruyoruz. Halkın nasıl bir fakirlik içinde yaşadığını tekrar idrak ediyoruz. Amca taşı oyarak kendi yaptığı maskeleri ve bibloları satarken, kızı bir köşede sineklerin arasında oturuyor, karısı da mutfak sayabileceğimiz bir bölüömde yemek pişiriyor. Görünüşte mutlu insanlar. Gerçeği de bu mu, emin değilim.
San Pedro'dan tekrar teknemize binip gölün en büyük kasabasına gidiyoruz. Kasaba demeyelim şehir diyelim buraya: Santiago.
Santiago'nun ana meydanında bir kilise var. Normalde çok ibadethane meraklısı bir insan sayılmam. Ancak bu kilise önemli gibi. San Pedro'nun dini olarak önemli noktalarından biri, zamanında şehrin rahibinin Katolik halk ile Maya inanışındaki halkı birleştiren bir tavır içinde olması -ki bu hiç rastlanmış bir durum değil - ve bunu hayatıyla ödemiş olması. Kilisenin içinde bulunan heykeller de, tipik bir katolik kilisesinden daha farklı.
Şehrin gençleri yolda rastladıkları bu yaşlı adama saygılarını sunarken, o da önünden geçtiği kiliseyi selamlayarak yürümesine devam ediyor.
Burada da pazar yerini kaçırma şansınız yok.
Yerlerde meyve sebze satan adamların ve kadınların arasından yolumuzu bularak çok istisnai bir eve doğru gidiyoruz.
Bu ev Aziz'in evi. (Maximon olarak geçiyormuş bazı yerlerde)
İlk duyduğumda inanasım gelmedi, hatta bunun bir turist tuzağı falan olduğunu düşündüm. (Olmadığına hala çok ikna değilim) Ancak garip ama gerçek Santiago halkı bu "aziz" heykelini gözü gibi koruyor. Her sene bir ailenin evine konuk oluyor "aziz" ve bu sayede o aile yolunu buluyor. :)
"Aziz" puro içiyor, alkolü önünden eksik olmuyor. Çevresinde ev ahalisi boş boş oturuyor. Ancak aziz'i ziyaret edenler ufak bir bağışta bulunup evi öyle terkediyor.
Garip ama gerçek bu oldukça "günah dolu" ortam tamamen dini bir gelenek. Azizi evine konuk etmek büyük bir olay, ve bunun için insanlar birbirlerini öldürebilir.
Santiago sokaklarında dolanarak birkaç fotoğraftan sonra teknemize binip Panajachel'e dönüyoruz. Akşam yolculuk Tikal Park'ı için Flores'e.