top of page

Orta Amerika'da eski bir başkent: ANTIGUA

Bir Amerika seyahatimin sonuna ekleyebileceğim 6 günlük bir tatilim vardı. Ocak ayında Amerika Birleşik Devletleri'ndeki herhangi bir şehir fazladan bir hafta geçirecek kadar çekici gelmiyordu. Uçaklara ve haritayı inceledikten sonra 6 gün için en olabilecek ülkeye karar verdim: Guatemala! 6 günün bu ufak ülke (hem nüfus hem de yüzölçümü olarak Türkiye'nin beşte biri kadar) için bile yetersiz geldiğini söylememe gerek yok sanırım.

Newark'tan direkt uçakla ülkenin başkenti ve en büyük şehri Guatemala City'ye iniyoruz. Şehre iner inmez havaalanında ülkenin tarihi noktalarını da işaretleyen bir harita sizi bekliyor.

Burada özellikle bir zaman geçirme ihtiyacı görmüyoruz. Üçüncü dünya ülkelerinin çoğunda olan çarpık yapılaşma ve Amerikan kültürünün içeri sızmasıyla yaşanan "kültürsüzleşme" şehrin tamamında hissediliyor zaten.

Dediğim gibi şehirde fazla vakit geçirmeden Guatemala City'den 37 km uzaklıktaki Antigua Guatemala'ya gidiyoruz. 37 km'lik yolu katetmemiz iki saate yakın sürüyor.

Antigua 1776 senesine kadar ülkenin başkentiymiş. Ancak peşpeşe yaşanan depremler sonrasında başkent şu anki Guatemala City'ye taşınmış.

Deprem Guatemala'da çok nadir yaşanan bir hadise değil. Ülke'de 29 adet yanardağ var. - Bu sayıyı wikipedia'dan kontrol etmem gerekti. Yanardağ sayısı konusunda Guatemalaların da kafası karışmış. 38 diyen de var, 33 diyen de.

Bu yanardağların 3 tanesi aktif. Hatta Guatemala City'nin yakınındaki Pacaya Yanardağı en son 4 sene önce patlamış; olayı yakından çekmek isteyen bir gazeteci haricinde ölen olmamış neyse ki.

Aktif yanardağlardan bir diğeri de Antigua yakınlarındaki Fuego (Ateş) Yanardağı. Bu yanardağ ise en son sizin bunu okumanızdan 30 dk önce dumanlar tüttürmüştür. Fuego yanardağına ne zaman baksanız tepesinden duman çıktığını görmeniz çok muhtemel. Herkes buna alışmış, manzaranın bir parçası olarak algılanıyor artık.

Antigua, Fuego da dahil olmak üzere üç yanardağın ortasındaki bir kasaba. Şehir depremlerden tamamen yıkılıp boşaltıldaktan sonra 1900lere kadar şehrin nüfusu 10bini geçmemiş. 1979 yılında da Unesco Dünya Mirasları listesine alınmış.

Unesco devreye girdikten sonra şehirde herşeye daha fazla dikkat edilmiş tabi ki. Yeni bir ev inşaa etmeyi geçtim, eskilerine eklemekler yapmak dahi mümkün değil. Bu da şehrin kolonisel havasını saklamasına yardımcı olmuş. Sahne dekorunda gezer gibi hissediyor insan kendini.

Antigua gerçekten çok küçük bir şehir. Şehre aşık olmanız için saniyeler, şehrin taş yollarında yürümek, ara sokaklarda karşınıza çıkan cafe ve dükkanlarda zaman geçirmek için iki gün yeterli.

Evlerin ön taraflarından baktığınızda tahta kapılar - kapılardaki ilginc kapı tokmaklarından bahsetmem gerekiyor - ve renkli duvarlardan başka bir şey yokmuş gibi geliyor.

Kapıların önünde masa, sandalye atıldığını göremezsiniz. Oysa her kapı, o evin avlusuna açılıyor. Kimi butik otelin, kimi dükkanlarla beraber ortak kullanımına ait kafe restoranların avlularına.

Çok keyif alarak yemek yediğimiz ve müzik dinlediğimiz yerlerden biri Fridas restoranı. Tahmin edileceği üzere bir Meksika restoranı. Muhteşem fajitaları ve enfes margarita ve daiquirilerini tadarak gecireceğiniz bir akşam için mutlaka tavsiye ederim.

Yok ben ordakiler nerde yiyorsa orada yiyeceğim derseniz, meydanda düzenlenen mobil yemek alanından onlarla beraber bir şeyler atıştırabilirsiniz.

Antigua sokaklarında birçok binanın önünde göreceğiniz güvenlik görevlilerini asker ya da polis sanmamanız için bir sebep yok ellerindeki pompalı tüfeği görünce. Ancak bunlar bildiğimiz özel güvenlik görevlileri sadece.

Antigua sokaklarında görebileceğiniz bazı kareler:

Bunları da sevebilirsiniz:
bottom of page