top of page

Endülüs'ün kalbi burada atıyor: GRANADA


Dokuz günümüz var demiştik. Bu 9 günün 3 gününü Barselonaya ayırdıktan sonra Endülüs bölgesi için yollara düşmemiz gerekiyor.

Granada Barselona'dan 900 km uzaklıkta. Googlemaps de GPS cihazımız da 8.5 saat vermiş takribi gidiş süresini. Geniş geniş düşünüp 10-11 saat verelim diyoruz yol için ve sabah saat 6da yola çıkıyoruz.

Yol üstünde Valencia var. Diğer bir büyük şehir. Ancak gerek İspanyol arkadaşlarımız gerekse gezi rehberleri Valencia'nın illa görülmesi gereken bir yer olmadığı görüşünde. Canımıza minnet. Yolumuz uzun ve akşama kadar Granada'da olmamız gerekiyor zaten.

Başta hava oldukça karanlık; o yüzden yol kenarlarını adam gibi görmüyoruz ama gün aydınlanmaya başladığında da çok fazla bir iey kaçırmadığımızı farkediyoruz. Oldukça çorak, ağaç ya da yeşillik olmayan keyifsiz bir yol bu. Otobanda gittiğimiz 200 km için verdiğimiz 35 Euro da keyfimize keyif katıyor. Zannedersin uzay üssü alfa bir otoban burası. Hala bu çılgın para verdiğimiz otobanın daha sonra tamamen ücretsiz gittiğimiz İspanyol yollarından nasıl bir farkı vardı anlayabilmiş değiliz.

Tam öğle vakti Alicante yakınlarında olduğumuz için hiç turistik anlam ve önemi olmayan bu şehre giriyoruz yemek molası vermeye. Kuşadasını andırıyor sanki biraz. Büyükçe bir şehir merkezi, marina ve plajlar var. Aç karnına güzel paella yiyebileceğimiz bir restoran arıyoruz. Civardaki dükkanlardan birinin tavsiyesiyle Larruz'a giriyoruz. Saat henuz 12.50 olduğu ve restoran 13.00 da açılacağı için sert bir şekilde kovuluyoruz. Biraz dolanıp 15-20 dakika sonra tekrar girdiğimizde içerisini bayağı kalabalık görerek şaşırıyoruz. Herkes kapının 50metre gerisinde bekliyordu heralde içeri girmek için. Larruz'da yediğimiz Paella'nın çok farklı ve özel olduğunu söyleyebilirim. Daha cok Paella çorbasını andırıyordu. Hiç sulu Paella yememiştim. Bu da oldu. Bir daha yemesem de olur sanırım :)

Alicante'den çıkıp tam gaz yola devam ediyoruz. Granada'da otelimize vardığımızda saat 6 olmuş bile. 12 saat rekor sanırım. Granada'nın eski şehir bölgesinde kalıyoruz. Burdaki sokakların çoğu trafiğe kapalı. Otel sahibimizin direktifi doğrultusunda otele 500 metre kadar uzaktaki otoparka parkediyoruz. Barselona'da olduğu gibi burada da hiç arabaya ihtiyacımız olmayacak.

Otelimizin ismi Hostel olarak geçiyor. Hostal Lima (http://www.hostallimagranada.eu/)

kapısından içeri girdikten sonra gerek dekorasyonu gerekse odaların genişliğiyle bizi oldukça şaşıtıyor. Otelin sahibi belli ki restorasyon için çok para harcamış ama biraz ölçüyü kaçırıp "füzyon" bir dekorasyona kavuşturmuş oteli. Otelin tek büyük dezavantajı resepsiyon bölümündeki Wi-fi'ya birinci kattaki odamızdan ulaşamıyorduk.O kadar kusur kadı kızında da olur.

Alhambra için giris biletimizi bir hafta oncesinde almamıza rağmen orada olacağımız gündüz saatlerine yer bulamamıştık. O yuzden bir hafta önce "Circular blue" adını verdikleri bileti aldık (http://www.ticketmaster.es/nav/landings/en/mucho_mas/entradas_alhambra/index.html) Bu biletle akşam 10dan sonra saray kısmını, ertesi sabah da bahçeleri gezebiliyorsunuz.

Akşam 10.30da giriş yapacağımız saray gezisine kadar Granada'yı gezme imkanımız var.

Granada bence İspanya'nın mutlaka ama mutlaka görülmesi gereken en güzel şehri. Şehrin tepesinde Al-hambra sarayı tüm heybeti ile şehre bakarken, aşağıda daracık sokakların arasında çok hareketli bir yaşam sürüyor. Sokaklardaki adım başı karşımıza çıkan müzisyenlerin dinlemeye dalınca yemek yemediğimizi bile unutuyorduk.

Güzel bir tapascı buluyoruz. Cafeteria Alhambra'da rahatsız yuksek sandalyelerde çok lezzetli tapaslar yiyoruz. Fotoğraftan yanlış anlaşılmasın, bu mekanın ertesi sabahki hali.

Aksam 10 olduğunda Elhamra'ya doğru yürümeye başlıyoruz. Taksi ve otobüs alternatifleri de mevcut ama genciz biz psikolojisi ağır basıyor. Bu arada 12 saat araba ile yol geldikten sonra gençlik mençlik yalanmış, onu da anlamış oluyoruz.

Elhamra İslam mimarisinin en önemli baş yapıtlarından biri. 1200lu yillardan günümüze kadar uzun süreler kendi haline bırakılmasına rağmen dayanmış. Sarayın odalarındaki işlemeler ve tahta oymacılığı özellikle görülmeye değer. Ara ara karşınıza çıkan avluları ise özellikle fotoğraf çekimi açısından düşünüldüğünde akşam gezerek ne kadar çok şey kaçırdığımızı farkediyoruz.

Gece 12de muzeden çıktığımızda bitkinliğimizin derecesini kelimelerle anlatmak mümkün değil. Gençlik yalan diyip taksi sırasına dahi girdik ama bu sefer de baktık taksi gelse bile bize sıra gelmesini beklersek sabaha kadar ordayız, gene yürümeye koyulduk.

Ertesi sabah dinç bir sekilde kalktığımızda Elhamra'nın bahçelerini gezmeye hazırdık. Uzun ve bol merdivenli yollardan çıkarak Elhamra'nın Generalife (jenaralife olarak okunuyor) bahçelerine giriş yapıyoruz. Biletimizi daha onceden alıp bastırmış olmanın dayanılmaz hafifliğiyle sırada bekleyen yüze yakın kişinin yanından geçerek.

Tıpkı sarayın kendisi gibi bahçeleri de görmeden gitmek çok büyük kayıp olur.

Granada'dan ayrılmadan önce Albaicin tarafına da çıkalım diyoruz. Elhamra sarayının tam karşı tarafına denk gelen bu tepeye kurulu olan Albaicin, Elhamra gibi Unesco dunya mirasları listesinde. Daracık sokaklardan yokuş yukarı tırmandığınızda Elhamra'yı tüm ihtişamı ile görebileceğiniz bir meydana varıyorsunuz. Aslında bu noktayı özellikle güneş batışı sırasında tavsiye ediyorlar ama biz önceki akşam vardığımızda güneşin bulutların arkasından çıkmaya zaten niyeti yoktu.

Granada gezimizi Albaicinin meydanında birer bira yudumlayarak tamamlıyoruz. Yolumuz uzun. Aksama Sevilla'dayız.

Bunları da sevebilirsiniz:
bottom of page